“BÖYLE ZAMANLARDA” PSİKOLOJİK SAĞLAMLIK
- cerenyalin4
- 24 Mar
- 3 dakikada okunur

Toplumsal boyutta haksızlığa öfke duyduğumuz ve insan haklarımızın peşine düştüğümüz günlerden geçiyoruz. Böyle bir zamanda psikolojik sağlamlık ne ifade eder?
Son dönemdeki “özbakım” kültürü ifadeleriyle kendine iyi bakmanın sırası mı? Eğer öyleyse de bunu nasıl yapacağım? Ortam böyleyken ben kendi derdime mi düşeceğim?
Sistemsel bir bakış açısıyla insanı anlamaya çalışan bir gelişim psikoloğu olarak yanıtım: Hayır. İnsan, çevresine etki edebilen bir canlı. (bkz. Bronfenbrenner) Bu etkinin sağlam ve güvenli bir yerden çıkması için de 1- kendimle, 2- çevremle sıkı bir bağ içinde olmam gerekiyor. Bu bağ güçlendikçe, etki de güçleniyor.
Evet, bence psikolojinin basit ve karmaşık formülü işte bu.
Bir düşünün bakalım:
Bireyler, içinde bulundukları sosyal yapıyla sürekli etkileşimde. İç içe bir sürü sistem (hukuk sistemi, eğitim sistemi…), ortasında da yine bir sürü sistemin bir arada olduğu (bağışıklık sistemi, sinir sistemi…) bir insan düşünün. Burada birey olarak kendi içimizdeki sistemler de bizim dışımızdaki sistemler de devamlı etkileşim içinde.
Yani zihnimden geçenler davranışlarımı, davranışlarım sosyal ilişkilerimi, kurduğum sosyal ilişki biçimleri toplumdaki iklimi, toplumdaki iklim benim duygusal dünyamı, duygularım da fizyolojik durumumu anbean etkiliyor. Hiçbiri birbirinden bağımsız değil. Hepsi bu oyunda aktif birer oyuncu.
Bu demek oluyor ki, toplumsal meseleler bize, biz de toplumsal meselelere etki ediyoruz. Buraya kadar sanırım anlaşılmıştır. Tamam, o zaman bundan sonrası asıl odaklanmamız gereken kısım.
Bizimki gibi sosyal yapının sert, köşeli, hiyerarşiye meyilli (yani güçlü olanın, rütbeli olanın, zengin olanın daha fazla söz sahibi olduğu) kültürlerde insanların “güvende hissettiği” bir toplumsal ortam olmaz. İnsanlar ancak “kendi çemberlerinde” rahat hissederler. Aynı inançtan, partiden, aileden, sülaleden olanlarla güvende hissedebilirler çünkü “dış grup” saydıkları “diğerlerine” yönelik gittikçe sertleşen önyargılarla kendilerini korumaya alırlar. (Delirmemek için, yapayalnız kalmamak için, güvende hissetmek için…)
İşte “kutuplaşma” dediğimiz şey bu.
Böylesine kutuplu ve psikolojik açıdan “güvensiz” bir ortamda psikolojik iyi oluşumuzu güçlendirmek ise…
Şımarıklık mı? Hayır.
Bencillik mi? Hayır.
Tek başına yapacağımız bir şey mi? HAYIR.
Öncelikle - başkalarıyla, dünyayla, sosyal ortamla, toplumla etkileşim kurarken ne halde olduğumuzdan biz sorumluyuz. “Merkezimizde, dengede, regüle, AKLI BAŞINDA” değilsek zaten herhangi bir eylemimizden hayırlı bir sonuç gelmeyecektir.
Bu durumda önümüzde şöyle önemli bir sorumluluk var: 1- KENDİMİZ, 2- ÇEVREMİZ üzerindeki etkimizin farkında olarak BİR ŞEYLER YAPMAK
Bizimki gibi kültürlerde çevre / sistem üzerine etki etmek çok büyük ve imkansız bir iş haline geliyor. İfade ve hareket alanımız kısıtlı. Bizleri koruması gereken “yargı” gibi yapılar, az önce dediğim gibi güçlü olanın yönetiminde.
O yüzden ÇEVRE üzerinde etki etmek biraz daha meşakkatli. İmkânsız değil. Ama pratik veya basit de değil. Bu karmaşıklık ve zorluk da bizi karamsarlığa ve eylemsizliğe itebilir. İŞTE BURASI KRİTİK.
Bedenimizdeki sistemlerin iş birliği içinde birincil görevi hayatta kalmamızı sağlamak. Bu yüzden kötüyü görmek, kötüye odaklanmak, kötümser olmak, hayatta kalabilmek için çok erken ve çok iyi gelişen kaslar. Böylesine sistemimizi “zorlayan” durumlarda, ilk ve en kolay yaptığımız şeyler savaşmak, kaçmak ya da donmak. İnsan, bu sayede binyıllardır soyun tükenmeden hayatta kalmayı başarmış. Ancak insan dediğimiz bu memelinin zor anlarda çok iyi yaptığı bir şey daha var: BAĞ KURMAK.
Yani:
Dinlemek, dinlemek, dinlemek
Gözlemlemek
Ses etmek, ifade etmek
Ses etmeye çalışanın sesini yaymak
Davet etmek, davete icabet etmek
Maddi / manevi, fiziksel / duygusal destek olmak
Gölge etmemek
Yapıcı olmaya çalışanın yolundan çekilmek; ona yol açmak
O zaman neymiş? Aynı anda iki şeyi birden yapabilirmişiz:
Kendimizle bağ kurmak: kendimde olmak, dengemi bulmak, bunun için kendime alan açmak
Çevremle bağ kurmak: uyanık olmak, bakmak, görmek niyetiyle bakmak, anlamak niyetiyle dinlemek, diyalog niyetiyle kendimi ifade etmek
Bunların biri diğerinden daha öncelikli değil. Çünkü bu iki süreç de etkileşim içinde! Kendimle bağ kurarken çevremi duymak ve görmek kolaylaşır; bazen de çevreyle kurduğum bağ, kendimi daha iyi anlamamı sağlar.
Bu hayata konuşarak ve yürüyerek başlamıyoruz. İlk takıldığımız anda da pes etmiyoruz, değil mi? Gelişim bir süreç.
Toplum için de bu böyle. Birlikte konuşmayı ve yürümeyi öğreniyoruz. Pes etmek yok. Gelişim, bol etkileşimli bir süreç. Etkileşmeye devam.
Kommentare